Çakır Gece ve Mavi Kuş

Sığ kalmış alkol bardağına kısık gözleriyle baktı. İnce bilek hareketiyle oluşturduğu köpüklü girdap henüz bitmemişken tek dikişte yuvarladı. Saatine baktı. “Ancak evcilleşenler saatine bakar” diye kendine hayıflandı. Evcilleşen ruhuna nazire yaparcasına dudak üstü çukurunda kalan ganimetleri alt dudağı ile topladı.

Kaçamak gözlerle, gören gözlerin varlığını sorguladı. “Eğer görürsem bir gören göz gördüğüme inat görmeyeceğim” dedi. Henüz yeni güne en az 2 şişe vardı. Ve bu felsefe seviciliği de neyin nesiydi? Ne zaman felsefecilik oynasa aklına ak uzun sakallılar gelirdi. Ve bunları pisuarlara benzetirdi. Ne zaman pisuarlara ihtiyaç duysa WC kapısı felsefeciliğe açılırdı. Pisuarlar aralarında diyalekt ancak yukarıdan bakanlara hem fikirdi. Sevilmezdiler. 

Hissedilir sevgisizliğe karşı fermuar çekti. WC nin özgüven çalan aynasında kendini gördü. Görmezden gelemedi. Ayna ona baktı. O kapıya. Kapı yeni açana. Kapıyı yeni açan ona. O pisuarlara. Pisuarlar ona. O kapı koluna…

Bakışmalardan kalan nemli elleriyle kapanmak üzere olan kapıyı geçeceği kadar derecelendirdi. Kendince adını koydu. “33 derece”. Keyfi yerine geldi. Bir kadına “Lütfen, önce kadınlar. Tam 33 derece.” hafif meşrep espriyi yapmak istedi. Sarp ve kadınsız merdivenlerden tebessümle yeni bardağına ilerledi. Çakırkeyif sınırlarından çıkaran bardaktı bu! Adı koyulmalıydı. Kadın olmalıydı. Şehir sınırlarında yaşayan, ne köye ait ne de şehre… 

“Dilber diyelim” dedi. Dış sesle dedi. Dış ses yan masanın gözlerini çekti. Dilber kelimesinin sonunda dili üst damağında kaldı. Tadına baktı. Bakan gözler kilitlendi. Gözlerini kaçırdı. Dilini damağından tek celsede ayırdı. Yapaylık tehlikesi vardı. Buradan kendini terk etmeliydi.  Aklına bir kaç filozofun sözü geldi. 
Her zaman söz dinleyen bir asi olmuştu. Yine pisuar sakallı bir kaç filozofa, köşeden vuran edebiyatçıya, soyadını unuttuğu şaire, boya tüplerini yastık altı yapan sadelik yanlısı ressama, tiplemesine benzeyen karikatüriste, her gün annesinin hatırını soran gezgine, narsist psikoloğa, kör müzisyene ve arada tutukluk yapan kalemine uyup terk etti yapay tehlikeyi. 

Kendini sınav vermiş sokaklara attı. Ayakları kafasına, kafası da gecenin ritmine detoneydi. Uyumsuzluğa sigara yakmak istedi. Ceketinin ceplerini arandı. Her cebe ayrı özen gösterdi. Yine de bulamadı. Çünkü sigara içmezdi. Dumanın değil, sigara içenlerin bar çıkışı telaşelerinin tiryakisiydi. Tek kişilik gösterisini elini koklayan köpeği selamlayarak sonlandırdı. Köpek başka ellere gitti. O da detone adımlarına döndü. 

Sokaklarda beyaz kireç altında kalan silik kelamlar vardı. Sergi edasında ilerledi. Her esere okunabilirliği kadar zaman ayırdı. Sergiye isim aradı. “Sefil gecede masumiyetini yitirmiş beyazlar ve susturulamayan kelamlar” dedi. İçine dedi. Keşfinden bir yazı çıkar diye heyecanlandı. Adımları hızlandı. Yazısını beğenecek insanları düşündü. Her biri egosunu okşadı. Kendine kızdı. Neydi bu gereksiz teşbihler üzerinden beğenilme merakı? Çok kızdı kendine. “Yalın ve sade olmalıyım” dedi. Ezberden gelen bu refleks kararına da güldü. Yalınlığını ve sadeliğini beğenecek insanları düşündü. Aynı kişilerdi. Çok güldü. 

Edebi kişilik arayışını bırakıp devam etti duvar kurtluğuna. Aygün sokağının son duvarındaki cümle yüzünü düşürdü. Gerçekti çünkü. Çok gerçekti. Bu yıl Nobel edebiyat ödülü bu söze verilmeliydi.  Bu duvar da smokin giyip Stockholm’e gitmeliydi. Evet, gitmeliydi Dilber!
‘Dilber, çakırkeyif… Bir tık ötesi!’
Yazsa mıydı bunu ilk gördüğü bodrum penceresinin üzerine! “Evet, yazacağım” dedi. Kararsız karakterine tezat, kararlılığının hızlandırdığı adımlarını ve düşünce selini, bar masasına çiğnenmiş sakız yapıştıran taze makyajlı kadının dublaj gerektiren sesi dinginleştirdi: 
-Düşünsene, düşünemediğimizi
Kahkaha, sandalye sarsıntısı, artçıları, küpe şakırtısı, burun ucuna düşen kara John Lennon gözlüğü, ön dişe bulaşmış kırmızı ruj,  bar masasına yapıştırılmış çiğnenmiş sakız.
Karşı sandalyeden fırsatı kollanmış hiciv:
-Düşünsene, düşünebildiğini…
Sessizlik, kedi miyavlaması, sokak lambasının tınısı, bar masasına yapıştırılmış çiğnenmiş sakız.
Sessizlik…
Sessizlik…
Sessizlik…
-Hadi oradan, AŞİFTE!
Sessizlik
Sessizlik
Sessizlik
Kahkahalar, sandalye sarsıntısı, artçıları, kedi çığlığı, küpe şakırtısı, burun kemerine yerleştirilen kara John Lennon gözlüğü, ön dişe bulaşmış kırmızı ruj, bar masasına yapıştırılmış çiğnenmiş sakız.

Yaşanmışlığı severdi ancak çiğnenmiş sakıza dayanamazdı. Çiğneyenlerden uzaklaşma içgüdüsü detone adımlarını hızlandırdı. Yön ararken, sokak köşesinde sevişen gölgeleri gördü. 
“Burası Güney ve Batı olsun” dedi. 
Kuzey doğuya gitmeye karar verdi. Dev dalgalı açık sokaklara doğru açtı yelkenini.
Ardında sevişken rüzgarları. Bol karanlık. Kediler ve duvarlar, arnavut kaldırımlı büyük dalgalar,  ava çıkmış takalar, limanından kopanlar, demir almaya çalışanlar, yelkeni suda kalanlar, su almaya başlayanlar, kütüklere sarınanlar, sarınacak can arayanlar…

Can havliyle dümenini Kireçhane sokağına çevirdi. Duvar üzerine resmedilmiş mavi kuş ile göz göze geldi. Merakla limanına yaklaştı. Uzun zamandır kimseye bu kadar yaklaşmamıştı. Fırça izlerini ve mavi kuşun çillerini gördü. En güzel çiline kontrast olan karıncayı da. Yakın takibe aldı. O da geceye ayak uydurup düz çizgilere inat yalpalayanlardandı. “Belli ki dilberle tanışan sadece ben değilim” iç esprisine güldü. İki ayağı üzerine kalkan karınca gülen yüzüne baktı. O da başka birine bakıyor mu diye sol omzundan arkasına. Kireçhane sokağından kediler bile geçmiyordu. Biri sıkıntıdan patlamış diğeri loş sadece iki sokak ışığı vardı. En güzel çile geri döndü. Karınca ile göz göze geldi. “bir şey mi var?” der gibi sol omzu düşük sağ anteni kalkık bakıyordu. 
Güldü. 
Senin adın “Kontrast” olsun dedi. Dışından dedi.
Göz temasını kesti. Fırça izlerini ve karıncayı rahat bırakarak demir almaya niyetlendi. 
Demir alırken bir ses kulağına değdi:
“Bir sorun mu var?” 


Bir kaç kürek çekti. Durdu.
Sese doğru yöneldi. Can sıkıntısından patlamış lamba karanlığını aşarak loş ışık sınırlarına dayandı. Yüzünü loşluğa daldırdı. Kimseyi göremedi.

Sadece sokak lambası tınısı, uyumaya giden salon ışıkları, susuzluk gideren mutfakçılar, mahrem sevişmeyi seven kornişçiler, inzivaya çekilen çöpçü kediler, uzak kahkahalar ve bir soru vardı. 

Geriye döndü. En güzel çile kontrast karınca ile vedalaşmak istedi. Bulamadı. Tüm çilleri arandı. Yoktu. Geri çekildi. Kadrajına mavi kuşu aldı. “Hoşça kal” dedi.
Vedalaşmaları sevmezdi. Hüzünlendi. Hüznüne soru karıştı
-Nereye gidiyorsun?
Çakırkeyif gözleriyle etrafını hızlıca taradı. Kireçhane sokağında ne dev dalgalar ne de sarınacak can arayanlar vardı.
-Buradayım. Çilde. En güzel çilde!
Tez adımla ulaştı en güzel çile. Kontrast karıncayı gördü. Güldü. Ciddileşti. Şaşırdı. Çakırkeyif kısık gözleri açıldı.
-Benim, ben. Kontrast! Adım “Kontrast”. Yani buralarda bana “Kontrast” derler. Bizimkiler. Gördüğün duvarın, yani mavi kuşun içinde gezenler. Böcekler, örümcekler ve fareler… Bana Kontrast derler. Mavi kuşun en güzel çillerinde gezerim. Siyahım ya, çiller de beyaz ya. İşte kontrastım ben. Yani adım “Kontrast”

İnsanlara derdini anlatmazdı. Karşılıklı dert kusmayı sevmezdi. Doğadaki insan dışı tüm varlıklara ruhunu dökmeyi tercih ederdi. Beraber ayıklardı taşlarını.  Ağaç dalına kafasını yaslaması,  nefesi yettiğince balıklara konuşması, karşısındaki boş meyhane sandalyesine kadeh kaldırması bundandı. Çok konuşmuştu, onlar da çok dinlemişti ancak yine de tek kelime duymamıştı doğanın kadim dostlarından.

-Bakma öyle. Karıncalar da konuşur istediklerinde, istedikleriyle. E sen de “Kontrast” deyince. Çözüldü dilim seninle… Yardımın gerek insan. Bu duvar var ya bu duvar. Mavi kuş geldiğinden beri çok can yaşar derinlerinde… Mavi Kuş konuşmuyor seninle. Ancak ilk sen gördün güzelliğini çillerinde. Ve naçizane “Kontrast” beni de… Bu nedenle biliyor içindeki sevgiyi de sevgisizliği de… Bak insan. Her şey sana bağlı. Mavi kuş var ya Mavi Kuş; bizleri korumak için geldi duvarımıza tüm güzelliğiyle. Dokunmazlar sandı Kireçhane sokağını mavi yapınca. Çünkü kimseler kıyamadı üstüne griler atmaya. Ancak duyduk ki yıkacaklar, yeşiller söz konusu olunca. Yerine 5 katı büyük duvar koyacaklar. İçine insan sığdıracaklar. 
Bak insan. Durdurmalısın bu kıyımı. Karşısında durmalısın.  Mavi kuşun derinliklerinde yaşayanlar için. Mavi kuş için. İçindeki sevgiyi soldurmamak için.
-Nasıl yapacağım bunu?
-Bunu da sen bileceksin. Ama bileceksin! 

Kontrast iki çil arasından mavi kuşun derinliklerine doğru gözden kayboldu.
Telaşla Kontrast’a seslendi:
-Bekle Kontrast.
Neden kayboldun? Neredesin? Kontrast…Kontrast…

Sokak ışığının tınısını duyacak kadar sessizlik oldu. Sessizliğe kadın adımları karıştı.
Omzuna değen elle irkildi. Kendini geri attı. Gecenin karanlığında dalgalı siyah saçlardan kara John Lennon gözlüğü ile göz göze geldi. Filmlerden kalan mucizevi ihtimalle sordu:
-Kontrast? 
-Kahkahalar… Küpe şakırtısı, burun kemerine düşen kara John Lennon gözlüğü, ön dişe bulaşmış kırmızı ruj,  azı dişe yapışmış çiğnenmiş sakız.
-Mavi Kuş?
-Kahkahalar… Küpe şakırtısı, burun ucuna düşen kara John Lennon gözlüğü, ön dişe bulaşmış kırmızı ruj,  azı dişe yapışmış çiğnenmiş sakız
“Gel, gel uçmuş bu” dedi diğer taze makyajlı.
-Kontrast! Mavi Kuş! 
Kahkahalar… Küpe şakırtısı. Uzaklaşan dalgalı siyah saçlar ve kadın adımları. 
Tüm gücüyle bağırdı:
-Defolun! Daha fazla sevgisizlik katmayın bu dünyaya!

Sol çaprazındaki ikinci katın sarı ışığı yandı. Tahta pencere açılırken iç gıcıklayan ses çıktı. Üşüten geceye karşın; kaloriferli evinin olduğuna ispat, askılı beyaz atleti boyun damarlarını sergileyerek “Defol lan” dedi! Gözlerini yakalamaya çalıştı. Cevap verecek mi diye bekledi. Çok sabretmedi. Tahta pencereyi iç gıcıklayan sesle kapatmaya çalıştı. Pencere kapanmaya yakın takıldı. Zorladı. Geri çekti. Kaldırdı. Yerçekiminden pay alıp amacına ulaştı. Perdeyi yüze kapı kapatır edasında kornişinden sürdü. İki rulet çıktı. “Demek ki kornişe kağıt sıkıştırmamış” diye düşündü. Boynu damarlı, kaloriferli evinin ışıklarını kapattı.

 “Daha fazla sevgisizlik katmayın bu dünyaya” cümlesini içinden tekrarladı. Sevdi cümlesini. 
İçi heyecan doldu. Adımları hızlandı. Sokağı döndü. Kalabalık arasından kulağı küpeli köpeği seven çifti gördü. Gözleriyle seven kadına, elleriyle seven adam elini uzattı. Sevgiyle kadının gözlerine baktı.   Gözleriyle seven kadın: “Ellerim terli” dedi. 
Köpek doğruldu. Elleriyle seven adamın gözlerinin içine baktı. Adam gözlerini kaçırdı. 
Köpek çiftin yanından hızlıca ayrıldı.

---

 “Bu son olmadı” dedi. Yazısının sonunu beğenmeyecek insanları düşündü. Güldü. Boş bardağını kaldırdı. Karanlık ve kalabalık arasından garsonu yakalayacak boşluk aradı. Garsonun gözlerini yakalamaya çalıştı. Boş bardağını ağzından tutup sağa sola salladı. Uyku öncesi belgesellerde rol alan; dişisinin dikkatini çekmeye çalışan kuş gibi hissetti. Vücudunu hafif eğimlemesi işe yaradı. Garsonla göz göze geldi. İşaret parmağıyla bir tane daha istedi.   Garson aynı hareketle teyit aldı. Boşluk kapanırken kafasını telaşla sallayarak onayladı. Az sonra yolları ayrılacak olan Dilber’i masaya bıraktı. “Hoşça kal” dedi.

1 yorum :

HAMZA AKIN dedi ki...

sanalsizofren@gmail.com