Yıl 1995. 12 yaşıdayım.
Geleneksel olan akraba evi yaz tatilinin bitimiyle annem, ablam, ben ve on gün
boyunca biriktirdiğim can sıkıntım şehirlerarası otobüsdeyiz. Eve dönüyoruz.
Yan koltuğum boş. Hemen arka sırama yerleşen bizimkiler evimizin ne kadar tozlanmış
olacağına dair kehanetlerde bulunuyor. Evin potansiyel tozuna umarsızlığım ile
koltuğumu geriye yaslıyorum. Otobüs neredeyse boş. Muavin, boş koltuklara defalarca
aynı oyunu oynayan düşük enerjili tiyatro oyuncusu sesinde mikrofona tirat
atıyor. Performansın bittiğini, muavinin repliklerini aratan şöförün müzik
zevkiyle anlıyoruz.
Muavin, yılların ve yolların
vermiş olduğu el çabukluğuyla ellere kolanya döküyor. Biran önce inzivaya
çekilme telaşında; ellinde bilet, koltuk altında görünen kolanya şişesi ve esmer
teninde rahatlıkça seçilen kulak arkası dışı sarı içi tükenmez kalem. Önce
ellere limon, koltuk altına kapağı açık şişe, ıslatılmış parmak ucuyla bilet
sayfasını aralama, araya karbon kağıdını yarı özenli yerleştirme, ıslaklığı
geçmemiş parmak ile baş parmağın arasına kulak arkasından tükenmezi ödünç alma,
hekim yazısı, koçanından ayrılan parçanın çığlığı, dolaptan gelen su şişesi
şıkırtısı, koltuk gıcırtısı, bozuk para tınlaması, otobüs tıslaması ve para
üstü...
Muavin, yılların rutini ve bozuk
yola girmiş otobüsdeki mükemmel dengesine rağmen anlaşılır sahte gülümsemesini
bana kadar taşıyor. Şarap kadehini sığ dolduran bilmiş garson edasi ile gök
taşı çukuru haline getirdiğim avuç içime kolonya şişesini deviriyor ardından büyük
bir yanlışın farkına varmış gibi hızlıca kaldırıyor. Avuç içim süratle kuraklaşırken
muavin yapay tebessümüne devam edip yaz tatili uzunluğundaki saçıma bonkörce
kolanya döküyor. O ana kadar iki koltuk sahibi yetişkin bir birey olarak geldiğim
mertebe mavi önlüklü yıllarıma irtica ediyor. Bir ihtimal bilet için nereye
gittiğimi sorgular ve önlüğü çıkarırım diye düşünüyorum ancak mandası altında
olduğumu düşündüğü arka koltukla resmi görüşmelere başlıyor. Rutin
hareketlerini dizelerken diplomaside pürüz çıkıyor:
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Nereye efenim?
Annem: İzmir
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: 120Milyon
Annem: Zam mı geldi?
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Yok efenim. 3 aydır zam yok.
Oğlan sizin değil mi?
Annem: E çocuğa da mı bilet?
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Abla ne çoçuğu? Adamın
bıyıkları çıkmış…
Annem: E canım giderken
çocuktu da şimdi mi büyüdü?
Sinyal sesi,
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Abla çocuğu kucağa al o
zaman.
Vites
küçültme,
Annem: Kardeşim otobüs
bomboş. Ne kucağı. Biri gelirse kalkar..
Mıcırlar,
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Abla, şöför bana kızıyor
sonra... Geç abicim sen arkaya..
Orta kapı tıslaması, yol sesi,
asfalt sıcağının içeri sızması ve anneme 40Milyonluk karmaşık duygu bakışım…
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: İzmir…
İzmir…
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Bagaj
var mı?
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Devam
et…
Orta kapı merdiveninde
adımlamalar, sinyal sesi, mıcırlar, kapı tıslaması, vites büyültme, yol sesi ve
sıcağının kapı ardında kalması…
Bu yaşımda benden küçük, o an
terlemiş bıyıklarımla abi diyelisi; elinde james bond çantası, gevşetilmiş kravatı,
saçlarından kurtulan ter akıntıları, saatine bakan telaşlı gözleri ve gizemi
ile yanıma oturuyor. Muavin, annem ile tartışmadan kaçma telaşında tüm
rutinlerini hızlıca yerine getiriyor. Muavin gidiyor, Koltuğumu oturur
pozisyona getiriyorum. Arkama yaslanıyorum. Gizemli abiye isim arıyorum. Daha
iyi düşünürüm diye dışarıya bakıyorum. “Aydın 40km” tabelasını görüyorum.
İzmir’e daha var diye düşünüyorum. James
Bond çantasının şifreli kilitlerinden sesler geliyor. Merakıma yenik düşmemek
için kafamı çevirmiyorum. İnad ediyorum. “Keşke gece olsa, camın yansımasından
izlerdim” diyorum. Pratik baş parmak harekeyleriyle çözülen şifreyi merak
ediyorum. Ancak daha çok bu çantadan ne çıkacak diye düşünüyorum. Muavin su
getiriyor. 40 milyonluk zeytin dalı mahiyetinde bana ve bizimkilere de su
veriyor. Gizemli abinin ismini Aydın koyuyorum. Kilidi çözülmüş diz üstündeki
siyah james bond çantanın üzerinde Aydın suyunu açıyor. Anneme bakıyorum. Suratı
hala düşük. Çantanın açılmasına su arası
giriyor. Bereket çok susuz kalmış olmalı ki şişe suyu tek dikişde içiyor. “Ben
yapsam annem kızar. Oğlum, bir nefes al der” diye düşünüyorum. Suyun şişede
tükenmesiyle kafasını yere paralel hale getiren Aydın’ınla göz göze geliyoruz. Tebessüm.
40 Milyonluk terli bıyıklarımla benden de bir tebessüm. Su şişesini önündeki
lastikli ağa sıkıştırıyor. Şifresi çözülmüş çantansının kapağını aralıyor.
Tebessümden aldığım cesaretle çantadan ne çıkacak diye bakıyorum. Bir çok beyaz
kağıt altından bir kitabı çekip alıyor. James Bond çantasını kilitliyor. Tecrübeli
ve hızlı hareketlerle ayağa kalkıp çantayı yarı açık üst bagaja yerleştiriyor.
Otururken geçen kısa fırsatta koltuğuna bıraktığı kitabın başlığını hızlıca
okumaya çalışıyorum. “Sizin memle…” Göz göze geliyoruz. Tebessüm… Aydın kitabı
eline alıyor. Geriye yaslanıyor. Hızlıca kaldığı yeri bulup okumaya başlıyor.
Dışarıya bakıyorum. Yirmi üçüncü elektrik direği ile yirmidördüncü elektrik
direği arasına “Aydın Nüfus: 779155”
levhası giriyor. İzmir’e daha var diye düşünürken sol omzuma sesleniyor:
Aydın: Naber?
İsmi gerçekten Aydın olabilir mi
diye düşünüyorum.
Ben: İyiyim.
Küçük bir es oluyor. Onun nasıl
olduğunu soracakken sessizliği bozuyor.
Aydın: Kitap okur musun? Sever misin?
Küçük bir es daha oluyor. Bizimkilerin
arkadan kontrollü bakışlarını hissediyorum.
Elindeki kitabı göstererek soruyor:
Aydın: Okumak ister misin?
Küçük sessizliğe teklifi onaylayan
küçük baş hareketi ekliyorum. Aydın, kaldığı yerden değil sevdiği yerden bir
sayfa seçiyor. Tebessümle uzatıyor.
İlk sayfada miğdem bulanır mı
acaba diye düşünüyorum. İkinci sayfada ansızın espiriyle karşılaşıyorum. Yüzümdeki
gülümsemeyi Aydın yakalıyor. Devam ediyorum… Giderek bağlanıyorum.. Kaçıncı
elektirik direğinin arasına levha girecek diye kendimce iddalaşmaları bir sonraki
yolculuğa bırakma kararı alıyorum. Bir
sayfa daha çeviriyorum. Bir çok elektrik direği sayılmadan geçiyor. Hikayede
sıkı pazarlık var. Sonunu merak ediyorum. Hızlanmaya çalışıyorum ancak
kelimeleri de kaçırmamak için temkinli davranıyorum.. Yolcu kuraklığında sehirlerarası
otobüs dolmuşa dönüşüyor. Her yolcu ihtimaline yavaşlıyoruz. Korna öttürüyoruz.
Orta kapıyı tıslatıyoruz. İlk defa yolculuk uzun sürecek diye seviniyorum. Ara
ara kelimeler bir birine giriyor. Gözüm dalıyor. Anlatılanları hayal ediyorum. Amerikalıyı,
türk dostunu, köylüyü, halıyı, uyuz eşeği... Kaldığım cümleyi hızlıca bulup itinayla
okumaya devam ediyorum.
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Az
sağa çek..
Sinyal sesi, vites
küçültme,
Aydın, sol
omzuma dokunup kütüphane ses tonunda “Arkadaş, bana müsaade” diyor.
Sayfayı
kaybetmemek için parmağımı ayıraç yapıyorum. Gözlerine hikayeden kalan
gülümsememi taşıyorum. Kaynağından emin.. Anlıyor.. Parmağımı sayfa arasından
çekiyorum. Uzatıyorum kitabı. James Bond çantasını yarı açık üst bagajdan
alıyor. Şifreyle uğraşmadan çantayı kucağında tutuyor. Kitabın kapağını çevirip
kendinden emin parmak hareketiyle kitabın adını işaret ederek gözlerimin içine
doğru söylüyor:
-Bak, bu hikaye yarım kaldı. Ancak merak edeceksin. Ve bu kitabı alıp bitireceksin.
Mıcırlar…
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Buyur
abi.
Orta kapı
tıslaması, yol sesi, asfalt sıcağının içeri sızması.
Aydın: Hoşçakal!
Orta kapı merdiveninde
adımlamalar
Saçıma bonkörce kolanya döken muavin: Devam
et..
Sinyal sesi, mıcırlar, kapı
tıslaması, vites büyültme, yol sesi ve sıcağının kapı ardında kalması, saymayı
bıraktığım elektrik direkleri, levhalar, adını sormayı unuttuğum Aydın, aklımda
unutmamak için tekrarladığım kitap “Sizin memelekette Eşek Yok mu? Aziz NESİN… Sizin
memelekette Eşek Yok mu? Aziz NESİN…. Sizin memelekette Eşek Yok mu? Aziz NESİN….
Sizin memelekette…”
------
Aydın’ın dediği gibi oldu. Kitabı
aldım. Okudum….. Sonra diğer kitaplarını da buldum. Kitapları; hayatımı, bakış
açımı, algılayışımı kötten değiştiren bu mükemmel karşılaşmaya anlam katarken;
zaman ilerledikce Aziz NESİN’in neden yakılmak istendiğini, neden iftiralara
uğradığını ve neden itibarsızlaştırmaya çalışıldığını da James Bond çantasından çıkan mizah cevabı vermiş oldu…
Öyle ki Aziz NESİN mizahının
kuvveti, yıkılmaz gücü, evrenselliği, dogmatik düşünceleri ele alışı, ironiyi
yakalayışı ve insanlara ayna tutması şehirlerarası otobüsde yabancılardan
alınası tehlikeli bir tat!
2 yorum :
Ne kadar güzel anlatmışsın Hamza.
Ben de bir solukta okudum senin o kitabı okuduğun gibi hikayeyi.
Bu kadar güzel gözlemler yapabilen birisi için karikatür çizmek farzdır.
Tebrik ederim , arada bir böyle küçük küçük hikayeler koyarsan tadımlık , zevkle okuruz biz de ...
Teşekkür ederim Üstad! İnsan hayatında karşılaşmaların önemine ve tesadüf olmadığına derinden inanıyorum. Bu vesileyle, karşılaştığımız günden bugüne cesaretlendirici desteğin ve samimi paylaşımların için ayrıca teşekkür ederim!
Sevgiler, saygılar...
Yorum Gönder