Müsait bir yerde ineyim!


Soruların sorulduğu bir psikoloji atölyesinde arkadaşım sordu:
-Kendini beğeniyor musun?
-Bezen Evet, bazen Hayır.

Başka sorulara geçildi. Diğer soruları cevaplarken aklım “Bazen Evet, bazen Hayır” söylemindeydi. Bilirim ki hakikatin gizemini koruma çabasında tezat ihtimalli ikili cevaplarım “Kaçamak” kokar…

Uzun yürüyüşün ardından kalabalıktan sıyrılıp üzerime sinen kokuyla eve doğru tekerlek döndürürken düşünce huzmesi müziğin sesini duyulmayacak kadar kıstı, kapatmış olmamak için notaları küçük harflere bıraktı ve o da sordu:
- Bazen Evet, bazen Hayır?
- Aslında öyle değil!
- Bazen Evet, bazen Hayır?
- Bunun bir hikayesi var…
- Evet!

11 Yıl önce:
Mühendis olup, ilk maaşıyla burun estetiği yaptıran üniversite yıllarındaki kız arkadaşım ile kampüste adımlarken; adımlarının açısını küçültmüş profilden yakalanmama çabası içinde gözlerimi yakalayarak uzun süren sessizliği bozmuştu:
- Fiziksel olarak kendinde eksilik buluyor musun?
- Bazen Evet, bazen Hayır?
 Mühendis olup, ilk maaşıyla burun estetiği yaptıran üniversite yıllarındaki kız arkadaşım: Bazen? (Ses tonunda tatminsizlik, profilden yakalanmamaya çalışarak)
-Bazen işte...

Tek cevabımdan ve sorusuzluğumdan diyaloğun bitmesiyle ayrılıp sesizliğe ve yurtlarımıza geri dönmek üzere yol alırken kampüsün ıssızlığında yalnızlığıma düşünce huzmesi yetişti. Omzuma dokundu ve sordu!
D.H: Bazen Evet, bazen Hayır?
Sessizlik…

Bu sefer sessizliği bozan bendim:
-Farkında mısın? Uzun zamandır yürüyoruz! (Yanımızdan usturuplu geçen arabanın plakası üzerinde mavi tekerlekli sandalye şekline gözlerim takılarak)
Şekiller, semboller her zaman dikkatimi çekmiştir. Ancak uzun süre yerimde sabit mavi şekle odaklanmamın nedeni sorumun eksiksiz cevabıydı!
O yolda duraksamamdan yaklaşık bir yıl önce, mühendis adayı dalyan gibi genç stajda kaza geçirmiş ve tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştu. Plaka ona aitti…


Olaydan kısa zaman sonra bir gönüllülük toplantısında karşılaşmıştım. Gülüyordu. Hayata tutunmanın izleri yüzüne renk olarak gelmişti. O kara sandalyede otururken bile hala bir kesimden daha uzundu. Dalyanlığından ödün vermemişti. Mandal gibi hayata tutunması o günden sonra düşünce huzmesi ile yürümemizin sebebiydi. Ve biz daha fazla yürüdük. Çok yürüdük… Kara sandalyeye inat…

-Müsait bir yerde ineyim.
-Genç! Daha Beşiktaş’a gelmedik!(Babacan, kararlı, gömleğinin üstünden dört düğmesi açık, askılı beyaz atlet teşhirciliğiyle, elinde vitesle, dikiz aynasından göz teması kurarak)
-Olsun ben ineyim.
Sessizlik…

Erken indiğim güzel bir günde dolmuş güzergahını takip ederken D.H kafamı çeldi ve ara sokaklara girdik. Bu zaman; bir daha da çıkamadık. Kara sandalyeye inat çok yürüdük… Uzun uzun...

Anladık ki;
Uzuvlarımızın, duyularımızın ve cismimizin varoluşundaki sebep dönemin popüler oranı, orantısı, rengi, tonlaması, inceliği, uzunluğu, kalınlığı, estetik kaygısı değil:
Anladık ki;
Ara sokaklarda çıkan sürpriz güzellikleri görmek için herkesin hayranlık duyduğu renkte gözlere,
Ansızın cezbeden, muhtemelen kızının ismini levhaya yazdığı, ev yemekleri yapan küçük işletmeci teyzenin iki masalık dev restoranından gelen kokuları duymak için okka gibi buruna,
Muhteşem tatlarda kaybolmak için kaşığın ağırlığını kaslı kolarla kaldırmaya,
Seri üretime direnmiş yemeklerin sindiriminin ilk sürecinde inci tanesi dişlere,
Ara sokaklara hakkını veren meltemi hissetmek için bronz bedene,
Kendine has polifonik melodiyi yakalamak için orantılı kulaklara,
Dinlenirken eskimiş masada “Sadece sade kahve” diyebilmek için Leonard Cohen’in sesine,
Sarp merdivenleri çıkmak için spor salonlarında eritilen kıça gerek yok!

Hakikatin gizemini henüz bozduğum kaçamak cevabın özü; hikayenin güzel kahramanı dalyan çocuk, oturduğu yerde bize sağlam yol verdi.
Popüler kültürün rol modellerine en güzel cevap ara sokaklardan gelen dışarıdan hissedilir bir özgüvendir dedi. (Kara sandalyesinde hala bir kesimden uzun olarak)

-Müsait bir yerde ineyim.
-Abiciğim, madem ineceksin niye bindin.  Al şu paranı (Babacan, kararlı, gömleğinin üstünden dört düğmesi açık, askılı beyaz atlet teşhirciliğiyle, elinde vitesle, dikiz aynasından göz teması kurarak)
-Sessizlik…


4 yorum :

Adsız dedi ki...

hangi dilden olursa, bir şarkı isterim
içimde kırık dökük besteler dolaşır.
kalbim avucumdadır artık,
bir sahilden sesler gelir, kaybolur
uzun uzun nefes alır sular
uzun uzun ağlamak isterim.

- Turgut Uyar...bugdaydemeti...

HAMZA AKIN dedi ki...

Teşekkürler Turgut UYAR :)

Adsız dedi ki...

hani bana, hani bana :)

HAMZA AKIN dedi ki...

adsızsınız :)